Oğuz Atay’ ı okuduğumda , özellikle ‘Günlük’’ ünden sonra şöyle düşündüm.
Aydın; bilen değil kaygı duyandır.
Günlük tuttuğu defterine şöyle yazıyor Atay ;
“…”…Bir de insana karşı katılığımız, inafsızca yalnız bırakışımız var ki, gör ünüşteki sıcaklık ve
laubalilikten sonra daha da yıkıcı oluyor bu bükülmezlik. Gene de sürekli bir kötülük de ğil ; bu
bakımdan da (Allahta n) tutarlılık gösteremiyoruz…”
Oğuz Atay, beyninde tümör olduğunu öğrenmiş ve Londra’ da ameliyat olmuştur. Durumu hiç iyi
değildir ve defterine aşağıdakileri yazmıştır. Zaten bu satırlardan kırk gün sonra da hayata veda etmiştir. Defter
bu notlarla bitmektedir. Henüz 43 yaşındadır.
Günlüğünü okuduğumuzda onun ‘Türkiye’nin Ruhu’ nu anlamak için ne kadar muhabbetli acılar
içinde olduğunu görürsünüz.
Günlüğün bir yerinde şöyle diyor “…insanlarımızın, daha doğrusu benim ilgilendiklerimin
dünyaya nasıl baktıklarını -benim bilebildiğim.görebildiğim kadar- bu arada anlatmak istiyorum.
Bati Dünyasından bütünüyle farklı bir görüşü anlatmayı bilmem nasıl becermeli? Bunu
hissetiğimi sanıyorum.
Bir bakıma “irrational’ -Batının anladığından ayrı- bir görüş bu. İçinde, düşüncenin farketmediği
bir ‘humour’ olan, saf diyebileceğim bir görüş. Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve
daha olayları ve dünyayı mucizelere bağlı, ‘myth’lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi bir
biçimde. Aklı başında bir Batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde.
Bir başka nokta daha: öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz
bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel
yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da, bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyorlar.
Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da, sosyal bir takım sözler
ediyorlar. Psikolojik yönü boşlukta kalıyor bu meselenin.”
OĞUZ ATAY’ IN GÜNLÜĞÜNDEKİ SON SATIRLARI
3 Ekim 1977, Londra
Yakında lstanbul’a dönüyorum. Bugün Dr. Morgan’a gideceğim, ilaç v.s. için görüşeceğim , içim karışık
– düşüncelerle değil- bulanık.
Yalnız, akl ım ve kafa gücüm olursa ‘Eylembilim’ ve ‘G elece ği Elinden Alınan Adam’ adlı hik ayelerimi
bitirmek istiyorum.
ikisinin de ana ha tlarını bu deftere yazmış tım, ama yazacak kuvveti ve düşünme çabasını kendimde
bulamıyorum. Belki bu deftere bazı ayrıntılar yazabilirsem bir yerden yürütmeye başlıyorum –
başlayacağım- diyebilirim. Bu çaba bana çok anlamlı görünmüyorsa da bütün gü nümü a ynı sonuçsuz
duşüncelerle geçirmekte n daha yararlı olabilir. Üstelik ‘Eylembilim’ in belki Türkiye için -iyi yazılırsa bir
şeyler ifade etmesi mümkün olabilir . Tabii önce ban a
tamam gelmesi şartıyla. Artık kafamın bulanıklaştığını ve saçmaladığımı düşünsünler istemiyorum.
‘Onlar’ için bir şey yazmanın gerginliği değil bu; ama gene de -düş ünme zorluğunun dışında bir
gerginlik duyuyorum bu nedenle. Biraz önce ‘Eylembilim’in son sayfasını da -yarım kalmıştı bulamadım.
Bu küçük evde kağıtların kaybolması olur şey değil. 36. sayfa cümlenin, hatta kelimenin
ortasında kesilip kalmış. Neyse bu hiç önemli değil. Bu deftere gerçekten bir şeyler not edebilirsem –
Papi benden bir hafta on gün önce gidecek – kendi başıma hikayeyi biraz yoluna koyabilirim. Tabii
bugüne kadar neler kurdum, ne kadarını gerçekleştirebildim ayrı mesele. Belki, bir iki kişinin dediği
gibi ancak kendini ve aklına nasıl geliyorsa öyle yazan biriydim; ben de son zamanlarda buna gittikçe
daha fazla inanıyorum. Oysa Mustafa İnan ’da başladığım bazı değişik şeyler vardı sanki. Ya da bazı
şeyleri kendime göre anlatmayı deniyordum.
Düşüncem geç gelişti, biraz geç başladım; biraz da erken bırakmak durumunda
kalıyorum. Geleceğini kaybetmek, yaşanan zamanı da boşlaş tırıyor. Ne yapalım, henüz
biraz da ha ayakla durma gücüm var; deneyelim, sonuç almaya çalışalım.